Koronavirüs hızla dünya geneline yayılmaya devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre, Avrupa şu anda dünyanın hastalıktan en kötü etkilenen bölgesi. Ancak Yunan adalarındaki sığınmacı kamplarında yaşayan insanlar kendi kaderlerine terk edilmiş durumda. Bu yüzden Midilli, Sakız, Sisam ve Kos’taki aşırı kalabalık toplama kampları hızla ölüm kamplarına dönüşecek.
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) adlı yardım kuruluşu, 12 Mart’ta yaptığı bir açıklamada, Midilli’de ikamet eden bir kişiye COVID-19 teşhisi konulmasının ardından koronavirüsün kontrolden çıkmış bir şekilde kamp geneline yayılma tehlikesi hakkında uyarda bulundu.
MSF Yunanistan tıbbi koordinatörü Hilde Vochten, “Midilli, Sakız Adası, Sisam, Leros veya Kos’taki gibi koşullara sahip bir kampta salgını bastırmak imkansız olacaktır,” dedi ve ekledi: “Henüz orada yaşayanların korunmasına ve tedavi edilmesine olanak verecek güvenilir bir acil durum planı elimize ulaşmadı.”
Pazartesi günü durum daha da kötüleşti. Midilli’deki Moria kampında, altı yaşındaki bir kız çocuğunun hayatını kaybettiği bir yangın çıktı. İtfaiye yangına hemen ulaşamadı ve yangın, yaşam alanı olarak kullanılan konteynerlere yakınlığı nedeniyle bir saat boyunca devam etti.
Toplama kamplarındaki dayanılmaz hijyen koşulları, en temel koruyucu önlemlerin bile alınmasını engelliyor. Avrupa Birliği’nin (AB), 3.000 kişinin iltica başvuruları incelenirken kalması için kurduğu Moria kampında, koronavirüs salgını başlarsa herhangi bir kaçış yolu olmayan 20.000 kişi kalıyor.
Vochten, “Midilli’deki Moria kampının bazı bölümlerinde 1.300 kişi için sadece bir su musluğu var ve sabun yok,” dedi. Beş-altı kişilik ailelerin zar zor üç metrekarelik bir alanı var. Konaklama için kalıcı yapılar yok ve çoğu sığınmacı geceyi ince bir naylon örtü altında geçiriyor.
Vochten, “tavsiye edilen ellerin düzenli olarak yıkanması ve sosyal mesafelenme gibi önlemlerin takip edilmesinin” oradaki sığınmacılar için “imkansız” olduğunu belirtti. Ancak sadece bu değil: Kampta hiçbir sağlık hizmeti yok; hastalığa yakalanan insanları tespit, tedavi ve izole etmek için bir plan düşünmeyin bile.
Bu nedenle, Sınır Tanımayan Doktorlar, Yunan kamplarının derhal boşaltılmasını talep ediyor. Almanya’da Sınır Tanımayan Doktorlar’ın faaliyet sorumlusu olan Florian Westphal şunları söyledi: “Sığınmacıların Avrupa’nın caydırıcılık politikasının bir parçası olarak böyle koşullar altında yaşamalarına izin vermek zaten sorumsuzluktu. Ama onları korumak için hiçbir şey yapılmazsa, bu durum artık canilik boyutuna varır.”
Fakat tam tersi gerçekleşiyor. AB tarafından dayatılan kemer sıkma politikaları ile harap edilen Yunan sağlık sistemi, bırakın COVID-19 vakalarını tedavi etmeyi, enfekte olanları teşhis için yeterli test sağlayacak durumda bile değil. Bu durumda, sığınmacılar, Yunan askeri cuntasının çöküşünden bu yana eşi görülmemiş sert polis baskısına maruz kalıyor ve günah keçisi ilan ediliyorlar.
Koşullar savaşı andırıyor
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Şubat ayı sonunda sığınmacıların Avrupa’ya seyahat etmesine izin vereceğini açıkladıktan hemen sonra, Yunan hükümeti iltica hakkını askıya aldığını açıklamıştı. Bu, Cenevre Sığınmacı Sözleşmesi’nin ağır bir ihlali ve Avrupa Birliği’nin kuruluş tüzüğünün çiğnenmesi anlamına geliyor.
AB, bu acımasız ve yasa dışı tutumu tamamen desteklemektedir. AB Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen, Yunanistan’ı “Avrupa kalkanımız” diye övdü. Yunan makamlarına göre, 43.000 sığınmacı, Cenevre Sığınmacı Sözleşmesi kapsamında güvence altına alınmış sığınma başvurusu yapma hakkını kullanamadan sınırın öte yanına geri püskürtüldü. Sınırı geçmeyi başaran yaklaşık 300 sığınmacı ise Yunan polisi tarafından gözaltına alındı ve Türkiye’ye geri gönderildi.
Kastanies (Kestanelik) ve Pazarkule sınır kapılarına bir savaş bölgesini andıran koşullar hakim durumda. Yunan güvenlik güçleri göz yaşartıcı gaz, ses bombaları, plastik mermiler ve hatta bazen gerçek mühimmat ile sığınmacıları hedef alıyor. 10.000 dolayında insan, herhangi bir yiyecek içecek olmaksızın iki ülke arasındaki tarafsız bölgede bulunan geçici çadırlarda kalmaya devam ediyor. Türk polisi onların Türkiye’ye geri dönmelerine izin vermediği için şiddete maruz kalıyorlar.
Yunan keskin nişancıların ateşiyle en az yedi kişi ağır yaralandı. Bağımsız medya haberlerine göre, Muhammed el-Arap, Muhamad Gulzar ve Muhammed Yaarub isimli üç sığınmacı vurularak öldürüldü.
Hayata Destek Derneği (STL) faaliyet koordinatörü Volkan Pirinççi, Evangelische Pressedienst’e, “Bundan daha kötü bir senaryo görmedim. Sığınmacılar hayatlarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya,” diye konuştu. Gözaltına alınan sığınmacılar iç çamaşırlarına kadar soyunmaya zorlandı. Sınır dışı edilmeden önce telefonlarına, paralarına ve mücevherlerine el konuldu.
Bu yasa dışı geri gönderme faaliyeti Yunan polisi tarafından yıllardır yapılıyordu fakat artık niteliksel olarak yeni bir seviyeye ulaştı. Alman kamu televizyon kanalı ARD’deki Monitor programı, sığınmacı güvenlik kampları üzerine haber yaptı ve gözaltına alınan sığınmacıların hemen bir hakimin karşısına çıkarılarak yasa dışı sınır geçişi ile suçlandığını belirtti.
BM Sığınmacılar Yüksek Komiserliği’nden Margaritis Petritzikis, Monitor’a yaptığı açıklamada, birçok sığınmacının aceleye getirilmiş yasal işlemlerle birkaç yıl hapis cezasına çarptırıldığını söyledi. “Bu yeni bir uygulama ve aile bireyleri birbirinden ayrıldığı için endişeliyiz. Örneğin, anne ve çocuk bir sığınmacı kampına gönderilirken baba üç yıl hapse mahkum edilebiliyor.”
Petritzikis, bu tür 50 kadar davanın tam dört yıl hapis cezası ile sonuçlandığını tahmin ediyor. Sığınmacıların sınırları yasa dışı geçme gerekçesiyle kovuşturulması, Cenevre Sığınmacı Sözleşmesi tarafından açıkça yasaklanmıştır.
Ayrıca, New York Times (NYT) tarafından yapılan bir araştırma, Türk-Yunan sınırında Yunan hükümeti tarafından kurulan gizli hapishanelerin varlığını ortaya çıkardı. Suriyeli Somar el-Hüseyin, NYT’ye, bir kampa getirildiğini ve düzinelerce başka sığınmacının bulunduğu bir odaya hapsedildiğini söyledi. Telefonuna el konulmuştu: “Yunan muhafızların gözünde hayvan gibiydik. Ertesi gün Meriç Nehri’nden Türkiye’ye geri gönderilmeye zorlanmadan önce sığınmacılara yiyecek-içecek verilmedi.”
Midilli Adası’ndaki cehennem koşulları
Midilli adasındaki durum özellikle vahimdir. Polis tarafından engellenmeyen faşist çeteler, adanın bazı bölgelerinin kontrolünü ele geçirmiş durumda. Barikatlar kuran faşistler, Yunan olmadığını düşündükleri tüm araç yolcularına saldırıyorlar. Bir Mutlu Aile merkezi gibi BM Sığınmacılar Yüksek Komiserliği’ne ait karşılama merkezleri, sağcı haydutlar tarafından yakıldı.
Polis de sığınmacıları adanın merkezindeki Midilli limanının içine kapatarak bu cadı avına katıldı. Yaklaşık 500 sığınmacı, bir savaş gemisinin kargo güvertesindeki insanlık dışı ve aşağılayıcı koşullarda bir araya toplandı. Bu sığınmacılar, sığınma talebinde bulunma şansı olmaksızın hızla Türkiye’ye sınır dışı edilmeden önce Yunan anakarasında bir güvenlik kampına götürülecekler.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), bu uygulamayı “keyfi bir şekilde özgürlükten mahrum bırakma” olarak nitelendirdi. HRW sığınmacı ve göç hukuku yöneticisi Bill Frelick, “Gözaltındaki kişilere sığınma başvurusunda bulunma fırsatı vermeyi reddetme ve onları zulüm gördükleri yere geri gönderme konusundaki açık tehdit, Yunanistan’ın bağlı olduğu yasal yükümlülükler ve sahip olduğunu iddia ettiği değer ve ilkelerle taban tabana zıttır,” dedi. Yunan makamları, daha sonra HRW çalışanlarına Midilli’deki sığınmacılara erişim izni vermeyi reddetti.
Aynı zamanda iktidardaki Yeni Demokrasi’nin genel başkan yardımcısı olan Kalkınma Bakanı Adonis Georgiadis, Die Zeit’e verdiği demeçte şunları söyledi: “Sığınmacılar kalıcı olarak güvenlik kamplarında tutulacaklar. Avrupa’ya ulaşabilmek için Yunanistan’a gelebileceğini düşünen herkes büyük bir hata yapıyor. Kimse Yunanistan üzerinden Avrupa’ya gidemeyecek.”
Sığınmacılar, bu yüzden, hiçbir yardım almaksızın, hukuki temsile erişimleri olmadan veya sığınma başvurusu yapamadan, AB’nin emriyle bu kamplarda süresiz olarak alıkonuluyorlar.
Ancak sığınmacı statüsünü güvence altına alacak kadar şanslı olanlar bile daha fazla engelle karşı karşıya. Göç Bakanı Notis Mitarkis, sığınmacılara yapılan tüm yardımları kesme ve onları kaderlerine terk etme niyetini açıkladı. Mitarkis, Sky’a şunları söyledi: “Amacımız, sığınmaya hak kazananların yardımları iki ya da üç aylığına almasını sağlamak, daha sonra da tüm sosyal yardım ve konaklama olanaklarını azaltmaktır. Çünkü bu önlemler insanları ülkeye gelip bunları suistimal etmeye teşvik ediyor.”
Sığınmacılara yönelik polis baskısına, sığınmacı yardım kuruluşlarına yönelik saldırılar eşlik ediyor. Yunan hükümeti, Şubat ayında, Yunan politikacıların “suçlu asalaklar” olarak tanımladığı yardım kuruluşlarının çalışmalarını düzenlemek için bir yasa tasarısını kabul etti.
Sığınmacılara yönelik saldırılar, muhalefetteki sahte sol tarafından da destekleniyor. Syrizalı eski Başbakan Aleksis Çipras, Mega-TV’ye verdiği röportajda, hükümetin sınırı kapatarak doğru davrandığını söyledi. Çipras da 2015-16 döneminde Yunanistan-Türkiye sınırını kapatmış, ancak kamuoyu önünde bu konu hakkında sağcı halefinden daha az konuşmuştu.