Yaklaşık 20.000 üyesi bulunan doktor sendikası Hekimsen, daha iyi ücret ve sosyal hak talepleriyle Perşembe ve Cuma günü ülke genelinde greve gitti. “Acil Servis ve Poliklinikleri, Doğum Salonu, COVID, Onkoloji, Hematoloji Poliklinikleri ve tüm yatan hasta servis çalışmaları hariç” tüm servislerde yapılan bu grevi, 17-18 Mayıs ve 26-27 Mayıs tarihlerindeki grevler takip edecek.
Ana akım medyada, hatta sahte sol basında büyük ölçüde görmezden gelinen bu önemli grev, tüm sağlık emekçileri dahil olmak üzere uluslararası işçi sınıfı içinde büyüyen daha geniş bir hareketin parçasını oluşturmaktadır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin, doktor ve sağlık emekçilerinin taleplerini karşılamaması nedeniyle gerçekleştirdiği grev dalgası, büyüyerek devam ediyor. Daha önce Aralık, Ocak, Şubat ve Mart aylarında ulusal grevler düzenlenmişti. Doktorların grevi, aynı zamanda, işçi sınıfının çeşitli kesimlerinin Ocak ve Şubat aylarına damgasını vuran bir fiili grev dalgasının ardından geliyor. Sadece bu iki ayda en az 106 fiili grev meydana geldi.
Pandemi, Ukrayna’daki savaş ve Rusya’ya yönelik yaptırımlarla artan hayat pahalılığı, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de işçi sınıfını giderek mücadeleye yönlendiriyor. TÜİK’in açıklamasına göre, Nisan ayı itibarıyla Türkiye’de yıllık resmi enflasyon oranı yüzde 70’e çıkarken, bu oran ulaşımda yüzde 105, gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde 89 oldu. Bağımsız ekonomistler ve akademisyenlerden oluşan Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAGrup) raporuna göre ise, gerçek enflasyon oranı yüzde 156’ya çıkmış durumda.
Hükümet yanlısı Türk-İş konfederasyonunun raporuna göre, Nisan itibarıyla dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 17.340 liraya yükseldi. “Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı)” ise 5.323 lira oldu. Bu, asgari ücretten (4.250 TL) 1.070 lira fazladır.
Bu koşullarda, Hekimsen’in belirttiğine göre, “sabit ek ödeme ile uzman hekimler 12-13 bin diğer hekimlerimiz de 9500-10 bin TL” maaş alıyorlar. Doktorlar, pandemiden sonra hükümetin kendilerine ek ödeme yapma sözünü yerine getirmemesini protesto ediyorlar.
Doktorlar, sağlık emekçilerinin toplum ortalamasına göre 10 kat fazla COVID-19’a yakalandığını ve doktorların ortalama 4 kat fazla can kaybı yaşadığına dikkat çekerek COVID-19’un meslek hastalığı sayılmasını talep ediyor. Bugüne kadar Türkiye’de 500’den fazla sağlık emekçisi COVID-19’dan hayatını kaybetti.
Ne var ki, Erdoğan hükümeti, pandeminin yayılmasını azaltmaya yönelik son önlemleri de kaldırıyor. Nisan ayı sonunda toplu taşıma araçları ve sağlık kuruluşları dışında tüm kapalı alanlarda maske takma zorunluluğu kaldırıldı.
Günlük test sayısını 100.000’e kadar düşüren hükümet, günlük resmi vaka sayısının 2.000’in altına düşmesini “pandeminin sona erdiğinin” kanıtı olarak gösteriyor. Oysa Erdoğan hükümeti ile aynı yolu izleyen ABD ve Avrupa ülkelerinde pandeminin yeniden yükselişe geçmesi, Türkiye’de de benzer bir durumun neredeyse kaçınılmaz olduğunu ortaya koyuyor.
Doktorlar ayrıca “malpraktis” kararlarının kendileri aleyhine işlemesine son verilmesini talep ederek şunları belirtiyor: “Tazminat cezalarını hekimlerin endişesi olmaktan çıkarın. Malpraktis kararları için oluşturulacak kurulda yeterli sayıda, ilgili alanda karar verebilecek tıbbi bilgiye sahip, sağlık hukuku konusunda yetkin hekimleri bulundurun.”
Doktorlar aralıksız 36 saate kadar varan çalışma sürelerine karşı çıkıyor. Türkiye’de hekim sayısının OECD ülkeleri ortalamasının üçte biri olduğunu belirten Hekimsen, hastanelerde muayene süresinin beş dakikaya kadar indirilmesini protesto ediyor.
Maaşlarının, çalışma ve emeklilik koşullarının iyileştirilmesini talep eden hekimler, sağlık kurumlarında günde ortalama 40 şiddet olayı olmasına karşı caydırıcı yasal önlemler alınmasını istiyor.
Greve giden doktorlar, halka destek çağrısında bulunarak şunları ifade etti: “Sağlığınız için sizler de bize destek verin. ‘Şiddet uygulayanlar benim sağlık hizmetimi engelliyor, ceza verin,’ deyin. ‘Saatlerce çalışıp sabaha kadar uyumamış hekime ameliyat olmak istemiyorum,’ deyin. Onlarca yıllık emeği, tecrübesi ve bilgisi olan, ülkenin en seçkin insanlarına hak ettikleri ücreti verin,’ deyin. ‘Muayene süremizi artırın,’ deyin.”
Doktorların mücadelesi, artan enflasyonla beraber daha da katlanılmaz hale gelen yaşam koşullarından dolayı tüm emekçiler içinde büyüyen huzursuzluğun bir parçasını oluşturuyor. Karar gazetesinin haberine göre, Ipsos araştırma şirketinin küresel “endişe” araştırmasına Türkiye’den katılanların yüzde 82’si, ülke ekonomisinin “kötü” olduğunu söyledi.
25 Mart-3 Nisan arasında 27 ülkede toplam 19.000 kişi ile görüşülerek yapılan ankete Türkiye’den katılanların yüzde 78’i, “ülkenin yanlış yöne gittiğini” düşünüyor. Ayrıca Türkiye’den ankete katılanların yüzde 58’i en önemli sorunun enflasyon olduğunu belirtti.
Halkın geniş kesimleri içinde büyüyen hoşnutsuzluk ve artan grev hareketi, son on yıllarda, özellikle de pandemi sırasında devasa bir servet birikimi yapan iş dünyasının başlıca temsilcilerini giderek kaygılandırıyor. Bu durum, bizzat egemen seçkinler içinde gerilimlerin artmasına neden oluyor.
Türk burjuvazisinin baskın kesimlerini temsil eden TÜSİAD’ın Başkanı Orhan Turan, Nisan ayı sonunda hükümeti “enflasyonla mücadele etmemekle” eleştirerek “Dünyada da enflasyon var ama yüzde 9-10 civarlarında. Türkiye’de tüketici enflasyonu yüzde 60’ı geçti,” dedi.
Turan ayrıca durmadan yükselen enflasyona karşı bir işçi sınıfı hareketinin büyümesini önlemek için asgari ücretin bu yıl yeniden artırılmasına yeşil ışık yaktı. Burjuvazinin işçi sınıfı içinde bir toplumsal patlama olmasından duyduğu korkuyu yansıtan TÜSİAD başkanı, “İş barışı için bunu düşünmemiz, mümkünse [işçileri] enflasyona ezdirmeden süreci geçirmemiz gerek,” diyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu açıklamaya şu sözlerle sert tepki verdi: “TÜSİAD’ın ‘Acaba ülkenin geleceğine nasıl katkı veririz?’ diye bir derdi yok. Tam aksine ‘Mevcut iktidarı nasıl götürürüz? Rahat rahat kullanabileceğimiz bir iktidarı nasıl getirebiliriz?’ diye bir dertleri var.” Erdoğan ayrıca yaklaşık 20 yıldır burjuvazinin hizmetinde olduklarını açıkça itiraf ederek şunları söyledi: “Türkiye’de şu 20 yıllık dönemde bunlar parayı bizimle kazandılar, büyümeyi bizimle kazandılar.”
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK), Erdoğan’ın şirket ve finans seçkinlerini zenginleştirme hakkında söylediklerine tanıklık edecek şekilde, bankacılık sektörünün net kârının Mart sonu itibarıyla geçtiğimiz yıla oranla yüzde 295,1 oranında artışla 63,25 milyar TL’ye yükseldiğini açıkladı. 2021’de aynı dönem kârı 16,01 milyar TL idi.
Bu devasa kârlar, pandemi sırasında hükümetin, burjuva muhalefetin ve sendikaların ortaklaşa uyguladığı “hayatlardan önce kâr” politikasının bir ürünüdür. Türkiye’de bu dönemde yüz binlerce insan bilimsel halk sağlığı önlemleriyle engellenebilecek bir hastalıktan ölürken, on milyonlarca insan da enfekte oldu ve hastalığın uzun vadeli riskleriyle karşı karşıya bulunuyor. Bu canice politika, dünya çapında 20 milyona yakın ölüme yol açtı.
Sağlık emekçilerinin ve tüm işçi sınıfının sağlığını, hayatını ve toplumsal çıkarlarını savunmak, dünya nüfusunun ezici çoğunluğu zararına zenginleşen mali oligarşinin servetine ve iktidarına cepheden bir saldırıyı gerektirmektedir. Bu, uluslararası işçi sınıfı içinde kapitalizme karşı sosyalizm uğruna bir hareketin geliştirilmesi demektir.