Pazartesi Türkiye-Suriye sınırında meydana gelen şiddetli depremlerin sonuçları ağırlaşıyor. Bu sabah itibarıyla Türkiye’deki ölü sayısı 12.391’e ve yaralı sayısı 63.000’e ulaşırken Suriye’de yaklaşık üç bin kişinin öldüğü bildirildi.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Avrupa Bölge Direktörü Dr. Hans Kluge, depremler sonrasında “3. Seviye Acil Durum” ilan ettiklerini duyurdu. Depremlerin üzerinden üç gün geçerken, her iki ülkede de dondurucu soğukta halen on binlerce kişinin enkaz altında olduğu düşünülüyor.
2011’den beri NATO güçlerinin kışkırttığı iç savaşla enkaz haline gelen ve bölünen Suriye’de depremden etkilenen milyonlarca insan büyük ölçüde kaderine terk edilmiş durumda. ABD ve Avrupalı güçler ülkeye uygulanan felç edici yaptırımları kaldırmayı halen reddediyor. Dahası, ülkenin kuzeydoğusundaki petrol sahalarında ABD güçlerinin devam eden işgali, Şam yönetimini kritik bir gelir kaynağından mahrum bırakıyor.
Birleşmiş Milletler’e bağlı Dünya Gıda Programı, Ocak ayı sonunda yaptığı açıklamada Suriye’de açlığın 2011’den bu yana en yüksek seviyede olduğunu belirterek şunları ifade etmişti: “12 milyon Suriyeli bir sonraki öğününü nereden temin edeceğini bilmiyor, 2,9 milyon kişi de açlık riskiyle karşı karşıya.”
Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin hem bilim insanlarının artan uyarılarına rağmen beklenen depremlere karşı hiçbir önlem almaması hem de deprem sonrası son derece geç, yetersiz ve koordinasyonsuz bir müdahalede bulunması nedeniyle büyük bir toplumsal öfke söz konusu. Hükümet enkaz altında kalanların kurtarılmasından çok bu toplumsal muhalefetin bastırılmasıyla ilgileniyor.
Erdoğan dün deprem bölgesine yaptığı ziyarette bunu açıkça ortaya koydu. Kendisiyle konuşan bir depremzedeye “Olanlar hep oldu. Bunlar kader planının içinde olan şeyler,” diyen Erdoğan, binlerce kişinin öldüğü bu önlenebilir toplumsal suçu kaçınılmaz bir “doğal afet” olarak göstermeye çalıştı.
Erdoğan, depremin merkez üssü Kahramanmaraş’ta yaptığı açıklamada “Bizim de deprem bölgelerindeki çalışmalarımız hızlanacak, çok daha rahat hale gelecek. Bazı yerlerde ilk etapta havaalanlarında, yollarda sıkıntılar oldu. Onları da aşacağız. Bugün daha rahatız, yarın daha rahat olacağız,” dedi. Cumhurbaşkanı “rahatlık”tan bahsetse de böylesine yıkıcı depremlerin ardından enkaz altında kalanları kurtarmak açısından ilk saatlerin kritik olduğu biliniyor.
Hatay’da bir açıklama daha yapan Erdoğan “Elbette eksiklikler var. Şartlar çok açık net ortada. Böylesine büyük bir felakete hazırlıklı olabilmek mümkün değildir,” iddiasında bulundu. Bunun bir “birlik ve beraberlik” dönemini olduğunu söyleyen Erdoğan, hükümetin geç ve yetersiz müdahalesine yönelik eleştirileri “çirkefçe olumsuz kampanyalar” olarak nitelendirdi.
Cumhurbaşkanının bölge gezisi sırasında hükümetin Twitter’a erişimi kısıtlaması büyük öfkeye yol açtı. Hükümet yanlısı medyanın deprem bölgesindeki durumu kararttığı, hatta depremzedelerin durumu ortaya koyan konuşmalarını kestiği bir ortamda Twitter ülkedeki başlıca bağımsız haber takip merkezi haline gelmişti. Üstelik enkaz altındaki birçok kişi Twitter’dan sesini duyuruyordu.
Erdoğan’ın “Böylesine büyük bir felakete hazırlıklı olabilmek mümkün değildir” açıklaması gerçeği yansıtmamaktadır. Doğrusu, bilim insanları bu bölgede büyük depremlerin son derece olası olduğunu konusunda yıllardır uyarıda bulunuyor ve devasa can kaybını önlemek için ne yapılması gerektiğini açıklıyordu.
Yer bilimci Prof. Dr Naci Görür, Ocak 2020 Elazığ depreminden sonra Kahramanmaraş yöresinde dikkatli olmak gerektiğini söylemiş ve bölgedeki fay hatlarına “stres transferi” olmuş olabileceğini ifade etmişti. Görür, doğrudan son depremlerin olduğu yere dikkat çekerek şunları söylemişti: “Kahramanmaraş’ın Türkoğlu yöresinde en son deprem 1513 yılında 7,4. Olağanüstü bir zaman geçmiş. O halde burası da depreme gebe bir yer. Buralara özellikle dikkat etmek lazım. [Yani] şimdiden zarar azaltıcı önlemlere başvuracağız.”
Ancak hükümet, valilik ve yerel yönetimlerin depremde yıkımları önlemek için eşgüdümlü olarak alabileceği önlemler alınmadı ve milyonlarca insan kaderine terk edildi.
Türkiye’de toplam 6.444 binanın yıkıldığı açıklanırken, Erdoğan depremin en sert vurduğu yerlerin başında gelen Hatay’da 2.700’den fazla binanın yıkıldığını söyledi. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş dün yaptığı açıklamada “Gerçekten de her yer yıkılmış durumda. Yıkılan yerlerin ancak yüzde 2-3’üne ulaşabildik,” diye konuştu. Bu, sadece Hatay’da on binlerce kişinin halen enkaz altında olduğu anlamına geliyor olabilir.
Oysa diğer iller gibi Hatay’ın da fay hatları üzerinde yer alan riskli bir şehir olduğu biliniyordu. Aslıhan Gündoğdu’nun 2019’da Hatay’ın merkez ilçesi olan Antakya üzerine yayımlanan “Türkiye’de kentsel dönüşüm politikaları: Antakya’da kentsel dönüşüm üzerine bir alan araştırması” başlıklı yüksek lisans tezinde şunlar ifade ediliyordu:
Kentsel alandaki yapıların yüzde 80’i riskli yapılardan oluşmaktadır. Bu gerçekler, raporlar halinde ortaya konulmasına ve acil bir şekilde bu kentin dönüşüme ihtiyacı olduğu bilinmesine rağmen, bu konuda bugüne kadar önemli bir çalışma yapılmamıştır.
Antakya ve diğer şehirlerdeki binaların ve kamu altyapısının güçlendirilerek depreme dayanıklı hale getirilmemesinin yıkıcı sonuçları açıkça ortadadır. On binlerce insan yıkılan binaların altında kalmış durumda ve tamamen önlenebilir ölümlerden kurtarılma şansları her geçen saat azalıyor.
Dün Antakya’da BBC Türkçe’ye konuşan bir yardım gönüllüsü, “İnsanlar enkazın başında bekliyor. İçeride canlılar var. Yardım gidemiyor. Çok az enkazda çalışma var. Durum çok fena,” diyordu.
Jeofizik mühendisi Prof. Dr. Ahmet Ercan’ın enkaz altındaki insan sayısına dair tahminleri dehşet vericidir. Ercan dün yaptığı bir açıklamada “Yaklaşık 4 milyon konutun bulunduğu bir yer. 13 milyon kişi bu konutlarda otururken şu anda yaklaşık 7 bin konut göçmüş durumda ve insanlar çaresiz,” diyor ve ekliyordu: “Göçen bina sayısı belli. Benim hesaplarıma göre 4 kat üzerinden ve 8 daire olarak hesapladığımda yaklaşık 200 bin kişi göçük altında. Göçükten çıkarılan insan sayısı yaklaşık 8 bin kişi.”
Deprem bölgesinde bulunan Cumhuriyet yazarı Murat Ağırel dün Hatay’da “İnsanların devletten umudunu kestiğini, herkesin kendi imkânıyla enkaz altındaki yakınını çıkarmaya çalıştığını” aktararak şunları belirtti: “Herkes buraya yardım etmek için geliyor ama hala koordinasyonsuzluk söz konusu. Yurt dışından gelen ekipler de var. Buradaki acı tarif edilebilecek gibi değil. Hiç ekiplerin ulaşmadığı yerler var ne yazık ki.”
Ağırel ayrıca şunları ekliyordu:
Umutların azaldığı durumu yaşıyoruz. Asıl bu saatten sonra çok büyük feryatlar duracağız. Çünkü göz göre göre öldü insanlar. Biz daha önce enkazın üstünden seslenirdik ‘sesimizi duyan var mı?’ diye, insanlar şimdi enkazın altından ‘sesimizi duyan var mı?’ diye sesleniyor. Temel sorun koordinasyonsuzluk, temel sorun ‘cumhurbaşkanımızın tensipleriyle’ zihniyeti, temel sorun devlet kurumlarının bir araya gelerek çalışmaları koordineli şekilde yürütememesi.
Deprem bölgesinde ve ülke genelinde toplumsal öfke giderek büyüyor. Depremden ağır biçimde etkilenen Adıyaman’da önceki gün vali depremzedeler tarafından protesto edilmişti. Dün onun yerine Ordu valisinin geçici olarak atandığı açıklanırken, yine Adıyaman’da Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu da protesto edildi.