Volkswagen iş güvencesine son veriyor

Volkswagen’deki tüm işleri savunun! Taban komiteleri kurun!

Volkswagen (VW) Grubu’nun iş güvencesi anlaşmasını feshettiğini, on binlerce kişiyi işten çıkaracağını ve Almanya’daki tüm fabrika ve üretim tesislerini kapatacağını açıklaması, tüm işçilere karşı bir savaş ilanıdır ve sınıf mücadelesinde yeni bir aşamanın başlangıcına işaret etmektedir.

Bunun tüm VW işçileri ve bir bütün olarak işçi sınıfı için doğrudan ve geniş kapsamlı sonuçları olacaktır. Bir iktidar mücadelesi başlamıştır. İşçilerin, sermaye sahiplerinin ve şirket yönetimin provokasyonuna aynı güç ve kararlılıkla karşılık vermesi gerekmektedir.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, iş konseyi üyesi Daniela Cavallo, VW CEO'su Oliver Blume ve Aşağı Saksonya Eyalet Başkanı Stephan Weil, Şubat 2023'te Wolfsburg'daki bir fabrika toplantısında. [Photo by Volkswagen]

Her yerdeki tüm işler prensip olarak savunulmalıdır. Ücretlerden, sosyal haklardan ya da diğer işçi haklarından taviz verilmemelidir. Şu sosyalist ilke, direnişin başlangıç noktası olmalıdır: İşçilerin hakları oligarkların ve milyarderlerin kâr hırsından önceliklidir.

VW Yönetim Kurulu Başkanı Oliver Blume ve VW Marka Direktörü Thomas Schäfer’in, hissedarların kârını güvence altına almak için toplu işten çıkarmaların, ücret kesintilerinin ve sosyal kesintilerin kaçınılmaz olduğunu ilan etmesi şu anlama geliyor: Kapitalist kâr sistemi yolun sonuna gelmiştir. Kâr üretimi, işçilerin ve ailelerinin hayati ihtiyaçlarıyla uzlaşmaz bir çelişki içindedir.

İstihdamı savunmak için, IG Metall sendika aygıtının ve iş konseyi temsilcilerinin kontrolü kırılmalı ve direnişi toparlayacak ve koordine edecek yeni mücadele örgütleri, yani bağımsız taban komiteleri inşa edilmelidir.

Bütün VW işçilerine sesleniyoruz: VW taban komitesinin inşasına katılın. WhatsApp üzerinden +491633378340 numarasına mesaj göndererek başvuru yapın ve 18 Eylül Çarşamba günü saat 19:00’da yapılacak olan taban komitesinin ilk çevrimiçi toplantısında yer alın. Katılım isimsiz olarak gerçekleştirilebilir.

VW Genel İş Konseyi Başkanı Daniela Cavallo istediği kadar bağırarak protesto edebilir. Oysa fabrikaların kapatılması ve işten çıkarmalar, iş konseyi, IG Metall ve Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) önderlik ettiği eyalet yönetimi ile anlaşmalı olarak yapılmaktadır. Onlar denetim kurulunda çoğunluğa sahipler ve büyük hissedarlarla, Porsche ve Piëch oligark aileleriyle yakın iş birliği içindeler.

Organize yolsuzluk anlamına gelen “ortak karar alma” adı altında, IG Metall ve iş konseyinin yüksek maaşlı yetkilileri uzun zamandır hissedarların kârlarını işçilerin aleyhine artırmaya çalışıyorlar. 2023’te başlatılan ve 2026’ya kadar 10 milyar avro tasarruf öngören “Performans Programı“ da onların eseridir. Bu yeni tasarruf planlarını da hayata geçirecek ve her türlü direnişi sabote edeceklerdir. Ancak artık bunun “sosyal kabul” içinde, zorunlu işten çıkarmalar olmadan gerçekleştiğini iddia edemezler.

İşçiler, istihdamı savunmak için, bölünmelerine izin vermemeli ve fabrikalar, şirketler ve ülkeler arası bir birlik oluşturmalıdır. VW’deki bu büyük tasfiye, otomotiv şirketlerinin dünya çapında yürüttüğü bir saldırının parçasıdır. Bu şirketler, pazar payları ve daha yüksek kârlar için amansız bir mücadele veriyor ve elektrikli otomobillere geçişi yüz binlerce işçiyi işten çıkarmak için bir fırsat olarak kullanıyorlar.

Ford, Saarlouis’deki fabrikasını kapatıyor ve şimdi de Köln ve Valencia’daki işçilere saldırıyor. Frankfurter Allgemeine Zeitung’un yazdığı gibi, Stellantis’te “neredeyse taş üstünde taş bırakılmıyor.” “Maliyet düşürücü” olarak nam salan şirket patronu Carlos Tavares, Amerika Birleşik Devletleri ve İtalya’da binlerce istihdamı yok ediyor. Opel’in Eisenach fabrikası da bu süreçten muaf değil ve bir zamanlar 15.000 kişinin çalıştığı Rüsselsheim’daki Opel ana fabrikasında şimdi sadece 8.300 kişi kaldı.

Yan sanayide ise gerçek bir kıyım yaşanıyor. ZF Friedrichshafen 14.000, Continental ise 7.000 kişinin işine son veriyor. Birkaç yüz çalışanı olan daha küçük şirketler neredeyse her gün kapanıyor. Yazılım şirketi SAP ise 10.000 kişiyi işten çıkarıyor, Thyssenkrupp çelik bölümünü kapatıyor, kimya şirketi Bayer 5.000 kişiyi işten atıyor ve BASF Köln ve Frankfurt-Höchst’teki iki tesisini kapatıyor.

Ancak sendikalar direnişi yalıtmak ve bastırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Her bir şirket içinde bile dayanışma eylemlerini engelliyor ve Saarlouis ve Valencia’daki Ford fabrikaları arasındaki kötü şöhretli ihale savaşında olduğu gibi farklı yerlerdeki işçileri birbirine düşürüyorlar.

VW genel iş konseyi, 3.000 kişilik istihdam sağlayan Audi fabrikasının kapatılmasına karşı mücadele eden Brüksel’deki işçilere destek olmak için parmağını bile kımıldatmıyor. VW ve Wolfsburg kenti ortak girişimi olan, VW’ye geçici işçi sağlayan AutoVision’da ise 3.600 işin 1.500’ü tehlikede. 6.000 çalışanı olan şirketin yazılım departmanı Cariad da tamamen kapanma riskiyle karşı karşıya.

“Sosyal ortaklığın” sonu

VW Grubu, on yıllar boyunca “Alman ortak karar alma modeli”, “Deutschland Inc” veya “ortak yönetim” olarak adlandırılan modelin örneği olarak görülmüştür. Başka hiçbir Alman şirketinde patronlar, yönetim ve sendikalar arasındaki işbirliği, Volkswagen’deki kadar sıkı ve gelişmiş bir şekilde organize edilmemiştir.

IG Metall ve iş konseyi, tam zamanlı çalışan bir görevli ordusuyla, yönetim kurulu ve denetim kurulunun kararlarının sorunsuz bir şekilde uygulanmasını sağlar.

IG Metall’in başkanı geleneksel olarak grubun denetim kurulunun başkan yardımcısı olarak görev yapar ve ortak karar alma kuralları uyarınca denetim kurulunun yarısını IG Metall ile birlikte atayan iş konseyi tarafından desteklenir.  Kurulun diğer yarısı ise Porsche ve Piëch ailelerinin kontrolündeki Porsche Holding’e (yüzde 53’lük hisse), Katar Emirliği’ne (yüzde 17) ve SPD yönetimindeki Aşağı Saksonya eyaletine (yüzde 20) aittir. VW Grubu, fiilen sendika, iş konseyi ve SPD’den oluşan bir triumvirlik tarafından yönetilmektedir.

İş konseyi ve IG Metall yetkilileri, şimdi yönetim kurulunun planlarına şaşırdıklarını ve hazırlıksız yakalandıklarını iddia ediyorlarsa, bu açıkça yalan söylüyorlar demektir. Eski IG Metall Başkanı Jörg Hofmann, Genel İş Konseyi Başkanı Daniela Cavallo ve Aşağı Saksonya Başbakanı Stephan Weil (SPD), tüm önemli kararların alındığı denetim kurulunun sekiz kişilik yönetim komitesinde yer almaktadır. Yakında Hofmann’ın yerine, IG Metall’in mevcut başkanı Christiane Benner’in geçmesi planlanmaktadır.

İşten çıkarmalardan sorumlu olan Personel Şefi Gunnar Kilian, yönetim kuruluna geçmeden önce iş konseyinin genel sekreteriydi. Kilian, Cavallo’nun selefi Bernd Osterloh’un “en yakın sırdaşı” ve “kahyası” olarak kabul ediliyordu. Kilians’ın seleflerinden biri olan Peter Hartz ise, Gerhard Schröder’in (SPD) hükümeti için, devasa bir düşük ücretli işgücü sektörünün önünü açan ve kendi adını taşıyan iş piyasası yasalarını hazırlamıştı.

Bu “VW sistemi” onlarca yıl boyunca şirkete, üretimi sürekli genişletme, yüksek kârlar elde etme ve kalıcı iş gücüne ortalamanın üzerinde maaşlar ödeme imkânı sağladı. Ancak küresel rekabet sertleşip Japonya, Kore ve Çin gibi yeni rakipler ortaya çıkınca ve emisyon standartları sıkılaştırılınca, VW yönetimi suç teşkil eden yöntemlere başvurdu. Şirket, şimdiye kadar dizel skandalı için 30 milyar avro ceza ödemek zorunda kaldı.

Bu durum, Çin pazarının agresif bir şekilde genişletilmesiyle dengelendi. 1980’lerden bu yana Volkswagen, ana markası VW ile Çin’de pazar lideriydi. Son yıllarda şirket, araçlarının yaklaşık yüzde 40’ını Çin’de sattı ve kârlarının büyük bir kısmını bu pazardan elde etti.

Ancak şimdi satışlar önemli ölçüde düşüyor. SAIC, BYD, Geely ve Xpeng gibi Çinli üreticiler rakip olarak ortaya çıkıyor ve Avrupa’ya doğru genişliyorlar. Özellikle elektrikli araçların montajı ve satışı konusunda VW’yi oldukça geride bıraktılar.

Bu amansız rekabet, Almanya ve Çin’deki işçilerin sırtına yükleniyor. VW, Çinli üreticilerin pazar payının artmasına, elektrikli ulaşım için teknik bilgiye sahip Çinli firmalara ve yeni girişimlere milyarlarca avro yatırım yaparak karşılık veriyor.

Bu süreçte yalnızca elektrikli araçların yapımında gerekli olan lityum, nikel, kobalt ve nadir toprak elementleri gibi hammaddelere ve teknolojilere erişim değil, aynı zamanda kârların ciddi şekilde artırılması ve sömürünün yoğunlaştırılması da ön plandadır. Otomotiv patronları, elektrikli ulaşıma geçişi dünya çapında kârlarını dramatik şekilde artırmak için bir fırsat olarak kullanıyorlar.

Şu anda Daimler Trucks’ın denetim kurulu başkanı olan Siemens’in eski başkanı Joe Kaeser, geçen hafta Handelsblatt gazetesine verdiği demeçte, dünyanın en büyük kamyon ve otobüs üreticisinin son yıllarda “muazzam bir çabayla” kâr marjını (faiz ve vergisi öncesi kâr - FVÖK) yüzde 2-3’ten yüzde 9-10’a çıkardığını söyleyerek övündü. Kaeser, “Ancak gerçek şu ki, en iyi rakiplerimiz yüzde 10 değil, yüzde 14 ila 15 FVÖK marjı kazanıyor,” diye ekledi.

VW’deki sert tasarruf önlemleri de kârların artırılmasına hizmet ediyor. VW Marka Şefi Thomas Schäfer, ilk olarak mevcut yüzde 3’ün hemen altında kalan kârlılığı en az yüzde 6,5’e çıkarmayı hedefliyor. Schäfer, “Kriz dönemlerinde ve kalıcı olarak değişken bir dünyada da iyi ve rekabetçi kârlar elde etmeliyiz,” açıklamasında bulundu. Burada kastedilen, şu anda otomobil üreticilerinin hedeflediği ve bazı alanlarda elde ettiği yüzde 10 ila yüzde 15 kâr oranlarıdır; örneğin Mercedes-Benz, BMW, Tesla ve VW grubunun diğer markaları olan Audi ve Porsche gibi.

Küresel kriz ve dünya savaşı

Milyarderlerin ve spekülatörlerin kâr peşinde koşmaları yalnızca sömürüyü artırmakla kalmıyor, savaşa da yol açıyor. Hammadde, pazarlar ve ucuz iş gücü arayışı; ticaret kısıtlamaları, gümrük vergileri ve sübvansiyonlarla başlayan bir ekonomik savaşa, nihayetinde ise askeri çatışmalara dönüşüyor.

Örneğin ABD şimdi Çin’den gelen elektrikli arabalara yüzde 100 ithalat vergisi uyguluyor. Aynı zamanda, ekonomik olarak yükselen bu ülkeyi askeri olarak kuşatıyor ve sistematik olarak onunla savaşa hazırlanıyor. Avrupa Birliği (AB) de daha düşük oranda da olsa ithalat tarifeleri uyguluyor.

Almanya, AB’nin doğuya doğru genişlemesini Doğu Avrupa’daki ekonomik hakimiyetini arttırmak için kullandı. Şimdi ise, Ukrayna’da Rusya’ya karşı bir vekâlet savaşı yürütüyor ve Moskova’da bir rejim değişikliği dayatarak, bu devasa ülkeyi ve onun zengin hammadde ile enerji kaynaklarını Alman ekonomisinin doğrudan kontrolü altına almak istiyor.

Berlin, bu politikayı Nazi Almanya’sının emperyalist büyük güç siyasetinin devamı olarak izliyor. Sovyetler Birliği’ne yapılan saldırıdan 80 yıl sonra –ki bu saldırı 28 milyon insanın ölümüne ve Holokost’a yol açtı– Alman tankları yeniden Rusya’ya karşı ilerliyor. Savaşın bedeli –yaptırımların bir sonucu olarak yüksek enerji fiyatları, ekonomik durgunluk, enflasyon, savaş ve silahlanma giderleri– işçi sınıfının sırtına yükleniyor.

Berlin ayrıca Çin ile ekonomik işbirliğinden askeri çatışmaya doğru bir geçiş yapıyor. Savaş Bakanı Boris Pistorius (SPD), Alman fırkateyni “Baden-Württemberg”ün Güney Çin Denizi’nde, Çin’in hak iddia ettiği karasularından geçmesi için baskı yapıyor. Bu kışkırtıcı hareket, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Kaiser II. Wilhelm’in uygulamalarını anımsatıyor. Bu tür adımlar, siyasi ilişkileri daha da zehirlerken, VW’deki krizi derinleştirecektir.

İstihdamı, ücretleri ve sosyal standartları savunma mücadelesi, işte bu yüzden, savaşa ve yeniden silahlanmaya karşı mücadeleyle ve demokratik hakların savunulmasıyla ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. Bu mücadele sosyalist bir perspektifle yürütülmelidir. Milyarderlerin, bankaların ve büyük şirketlerin gücü kırılmadan tek bir toplumsal sorun bile çözülemez. Bu şirketler kamulaştırılmalı ve işçilerin demokratik denetimi altına alınmalıdır.

Taban komiteleri kurun!

VW buzdağının sadece görünen kısmıdır. Küresel otomotiv endüstrisinde yüz binlerce iş yok edilecektir. Alman otomotiv endüstrisindeki 780.000 işçinin ve Alman kimya endüstrisindeki 480.000 işçinin neredeyse hiçbirinin işi güvende değildir.

Geçen hafta Der Spiegel dergisi “İş güvencesinin sonu” başlığı altında sanayi üretimi ve inşaatta “uygun ücretli ve cömertçe donatılmış işlerin şu anda kesildiği” yorumunu yaptı. Öte yandan, insanların daha uzun saatler çalıştığı ve genellikle sadece yarısı kadar ücret aldığı hizmet sektöründe ise işçi açığı varmış. “Birçok işçinin iş değiştirmek istememesine şaşmamalı. Ama iş tam da buna varacak,” diye yazıyorlar.

Başka bir deyişle, yüz binlerce işçi, hayatlarını idame ettirmeye yetmeyen, hele ki bir aileyi geçindirmeye hiç yeterli olmayan işlerle yetinmeye zorlanacak. Bu kabul edilemez. Porsche/Piëch oligark ailelerinin ve onların sendikalardaki ve siyasetteki uşaklarının kibrine karşı, işçilerin gücü ve iradesi ortaya konulmalıdır.

Porsche ve Piech aileleri, servetlerini, Adolf Hitler’in himayesinde Nazi rejimi için Volkswagen fabrikasını kuran Ferdinand Porsche’un ve damadı Anton Piech’in torunları olmalarına borçludur. Porsche ve Piech’lerin milyarlık servetlerinin temelleri, İkinci Dünya Savaşı sırasında, VW fabrikasında, insanlık dışı koşullar altında, Hitler’in Wehrmacht’ı (Ordusu) için zorla çalıştırılarak silah üreten 20.000 işçi tarafından atılmıştır.

Bugün Volkswagen, Avrupa’nın en büyük otomobil üreticisidir. Yaklaşık 60.000 işçinin bulunduğu Wolfsburg’daki ana fabrika, dünyanın en büyük fabrikasıdır. Tüm kıtalarda yer alan 122 fabrikada 670.000 işçi çalışırken, yalnızca Almanya’da bu sayı 120.000’dir. Ayrıca, yüz binlerce kişi de tedarik sanayisinde istihdam edilmektedir. Aile üyeleri de hesaba katıldığında, milyonlarca insanın kaderi doğrudan bu şirkete bağlıdır.

VW işçilerinin bu büyük uluslararası gücünü ortaya çıkarmak için, IG Metall ve iş konseyinin kontrolü kırılmalıdır. Bu yapılar, şirket yönetiminin bir parçası olarak işçiler üzerinde adeta bir diktatörlük kurmuş durumdalar. Bu duruma karşı, ciddi şekilde mücadele etmek isteyen tüm VW işçilerinin bir araya geleceği bağımsız taban komitelerinin kurulması gereklidir.

Bu tür taban komiteleri, çeşitli otomotiv fabrikalarında zaten kurulmuş ve bir ağ oluşturarak birleşmiş durumdadır. Bu ağ, dünya genelindeki büyüyen direnişi koordine eden Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı’nın (TK-Uİİ) bir parçasıdır. Volkswagen’de bir taban komitesinin kurulması, VW’deki büyük tasfiyeye karşı mücadeleyi, otomotiv ve tedarik sanayisindeki sistematik, uluslararası bir karşı hücumun parçası haline getirmede önemli bir adım olacaktır.

İlk acil talepler olarak şunları ileri sürüyoruz:

  • Her yerdeki bütün işler savunulsun! Ücretler ve sosyal haklar konusunda hiçbir taviz verilmesin.
  • Kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklara son verilsin. “Performans Programı”nın tüm detayları açıklansın. Bağımsız taban komitesi bunları gözden geçirsin ve fabrikalarda eylemleri başlatsın.
  • İşçilerin fabrikalara, ülkelere ve otomobil markalarına göre bölünmesine karşı mücadele edilmelidir. Taban komitesi, kâr odaklı mantığa karşı çıkarak işçilerin ihtiyaç ve haklarını, milyarder ailelerinin ve yatırımcıların kârından üstün tutmalıdır.

Bütün Volkswagen işçilerine sesleniyoruz: VW taban komitesinin inşasına katılın. WhatsApp üzerinden +491633378340 numarasına mesaj göndererek başvuru yapın ve taban komitesinin 18 Eylül Çarşamba günü saat 19:00’da yapılacak ilk çevrimiçi toplantısında yer alın. Katılım isimsiz olarak gerçekleştirilebilir.

Loading